Karabekir Paşa - 4
Millî Mücadele hareketinin (İstiklâl Harbinin) en cesur, en dindar, en hamiyetli ve en hazırlıklı kumandanlarından biri olan Kâzım Karabekir, 26 Ocak 1948’de Meclis Başkanlığı makamında bulunduğu esnada vefat etti.
 
Bu vesileyle, burada onun hayatı, hatıratı ve takdire şâyân hizmetlerinden biraz daha genişçe söz etmek istiyoruz. (NOT: Daha evvelki bölümlerde, 1919 yılı kronolojisi içinde İstiklâl Harbini ilk başlatan “ordu komutanı” sıfatıyla ondan bir derece bahsetmiştik.)
Zira, Üstad Bediüzzaman’ın da “merdane meslek” sahibi diye ondan söz ettiği (EL, s. 156) Karabekir Paşanın “resmî tarih” sahasında hakkıyla tarif edildiği ve lâyıkı vechiyle anlatıldığı kanaatinde değiliz.
 
Dahası, M. Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalarla fikren ve mizacen uyuşmadığı için, hayatının sonlarına yakın bir zamana kadar da hep dışlanmış, itilmiş, kakılmış ve en acısı karalanmaya dahi tevessül edilerek, vatan ve millet hizmetinden hep uzak tutulmaya çalışılmıştır.
 
İşte,  bu kahraman kumandana  karşı yapılan bunca haksızlıklar sebebiyle, yeni nesiller onun hakiki hüviyeti gibi, fedakârane hizmet ve gayret yönünü de maalesef tam olarak bilemiyor, tanıyamıyor.
 
Meselenin ehemmiyetini böylece nazara verdikten sonra, şimdi asıl konuya geçebiliriz.
 
İstiklâl kahramanı, istiskal edildi
 
23 Temmuz 1882’de İstanbul’da dünyaya gelen Kâzım Karabekir, 1948’de 66 yaşında Ankara’da vazife başında iken vefat etti.
 
Çok temiz ve ahlâklı bir hayat yaşadı. Hem bir ordu komutanı, hem bir aile babası, hem de “yetimler babası” sıfatıyla, örnek bir şahsiyet olarak tarihteki yerini aldı.
 
Dost-düşman hemen her kesimden insanların ortak görüş ve kanaati şudur ki: Karabekir Paşanın, bilhassa 1905–1924 tarihleri arasındaki 20 yıllık muvazzaf askerlik hayatı takdire lâyık başarılarla doludur.
 
Bu süre zarfında meydana gelen büyük savaşlar dahil, daima tehlikeli ve çok riskli görevlerde bulunduğu halde, yine de başarısızlığa hiç düşmemiş ve her defasında yüzünün akıyla vazifesini ifa etmiş olmanın huzurunu yaşamıştır.
 
Onun son olarak 1917–1924 yılları arasında deruhte etmiş olduğu Şark Cephesi Kumandanlığı vazifesi ise, madalyalı takdirlerle karşılanmış ve dillere destan olan muzafferiyet örnekleriyle süslenmiştir.
 
Karabekir Paşanın, 1922’den sonra askerlikle birlikte mebusluk görevi de olmuştur. Edirne ve İstanbul milletvekili olarak Meclis’te yer almış ve mühim hizmetlerde bulunmuştur.
 
1924’te ise, gördüğü lüzum üzerine askerlik görevinden istifa ile siyasî hayata atılmış ve 17 Kasım 1924’de kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının (TCF) başına geçmiştir.
İşte, özellikle bu tarihten sonra Karabekir Paşa ve yakın arkadaşlarının başına gelmeyen belâ, musîbet, sıkıntı kalmamış gibi…
 
Zira, Cumhuriyet sonrası Meclisteki ilk ciddî anamuhalefet partisi konumunda bulundukları için, memlekette yaşanan hemen her sıkıntıdan, her kargaşadan Karabekir ve arkadaşları sorumlu tutuluyor.
* * *
Bilindiği gibi, TCF kurulduktan birkaç ay sonra (Şubat 1925) patlak veren en büyük gaile, Şark vilâyetlerini etkisi altına alan Şeyh Said Hadisesidir.
 
Ne gariptir ki, Karabekir Paşa ile TCF’li arkadaşları bu hadiseden sorumlu tutulur ve 5 Haziran 1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile partileri kapatılır.
 
Böylelikle, memlekette demokrasinin canına okunmuş ve tek partili dikta rejimi devrine geçilmiş olur.
 
Ne var ki, Karabekir Paşa ve arkadaşlarının başına gelenler, bununla da sınırlı kalmıyor.
 
Yaklaşık bir yıl kadar sonra (1926) İzmir’de vâki olduğu iddia edilen İzmir Sûikastı bahanesiyle, diğer dâvâ arkadaşlarıyla birlikte Kâzım Karabekir de idam talebiyle yargılanır ve öldürülmekten kılpayı kurtulur.
 
İşin çok garip bir tarafı şudur ki: İstiklâl Mahkemesindeki sorgulama esnasında, kendisine hadise ile hiç alâkası bulunmayan şu suâl soruluyor: “Zâtıâliniz Millî Mücadele esnasında büyük hizmetler görmüş olduğunuz halde, bilâhare neden muhalefete geçtiniz?”
 
Evet, görüşülmekte olan dâvâ konusuyla hiç alâkası bulunmadığı halde, Karabekir’e 1924’te niçin CHP karşısında bir muhalefet partisi kurduklarının hesabı soruluyor.
 
Yine çok acip ve gariptir ki, Karabekir Paşa bu suâlin cevabını verirken, yaşanmış öylesine acı vak’alardan bahsediyor ki, duyunca cidden inanası gelmiyor insanın.
 
Meselâ, Cumhuriyetin ilânından kısa bir süre önce ve ilândan hemen sonra Ankara’da bulunan siyasî ve askerî zevâtın birbiriyle çekişmeye başladığını, bilhassa İsmet Paşa ile Rauf Orbay arasında ciddî kırılmalara yol açan kavgaların yaşandığını, bazı paşaların gizlice grup oluşturarak diğer bazı paşaları hepten dışlamaya yöneldiğini, hatta bu esnada kendisinin de dışlandığını, hiç sayıldığını ve çok defa istiskale mâruz kaldığını mahkeme huzurunda beyan ediyor.
 
Muhayyel İzmir Sûikastı dâvâsıyla alâkalı neşredilmiş birçok kaynakta (Kılıç Ali, M. Müftüoğlu, K. Karabekir…) yer alan bilgi ve nakillere baktığımızda, Karabekir Paşa, yapmış olduğu o uzun müdafaa esnasında nesillerin mutlaka bilmesi gereken önemli noktalar var.
 
Bunları iki–üç noktada şöylece hülâsa etmek mümkün:
 
* Karabekir Paşa, Cumhuriyet’in ilânı (29 Ekim 1923) esnasında Trabzon’da bulunduğunu ve kendisine bu hususla alâkalı hiçbir bilginin verilmediğini hayret ve taaccüple ifade ediyor. Yani, kendisi hem milletvekili, hem de Şark Cephesi Komutanı olmasına rağmen, böylesine mühim bir gelişmeden hiç haberdar edilmediğini, aynı durumun daha başka şahsiyetlerden de özellikle gizli tutulduğunu, bunun da şüphelere ve sûizanlara yol açtığını nazara veriyor.
 
* Bir başka husus, M. Kemal’in 1923’ten sonra kendisine karşı farklı bir tavır içine girdiğiyle ilgili. Meselâ, bir defasında randevu alıp makamına gittiğini, buna rağmen tam bir saat müddetle kendisinin kapıda bekletildiğini ifade ile, bu gibi istiskallere daha evvel hiç mâruz kalmadığını anlattıktan sonra şunu ekliyor: “Gördük ki, eski samimiyetten eser kalmamış…”
 
Kâzım Karabekir, mahkemede son iki–üç yıl içinde marûz kaldığı bed muameleden daha başka misâller de verdikten sonra, yaşanan aykırılıkların kendisinden kaynaklanmadığını, bilâkis bu uyumsuzlukları gidermek için samimane çalıştığını ifade eder.
 
Neticede o mahkemede beraat eder ve 1927’de emekliye ayrılarak, hem askerî, hem de siyasî hayata vedâ eder. Ayrıca, Ankara’dan ayrılarak İstanbul’a yerleşir. Fakat, yine de rahat bırakılmaz ve adeta baskıı–tarassut altında bir hayata mahkûm edilmeye çalışılır.
 
Karabekir, Erenköy taraflarında büyük mahrumiyetler içinde yıllarını geçirir. Ankara’daki siyasîlerden ümidini keser ve başının çaresine bakar. Ailesini zar–zor geçindirmeye gayret eder.
Onun, yeniden siyasete ve dolayısıyla Ankara’ya dönmesi, M. Kemal’in ölümünden sonra mümkün olur. 1939 seçimlerinde milletvekili olarak girdiği Millet Meclisinin 1946–48 yıllarında başkanlığını yapar ve bu vazifede iken Hakk’ın rahmetine kavuşur.
 
Millî Mücadele komutanlarından en fazla eser sahibi olan Kâzım Karabekir’in mezarı Ankara’daki Devlet Mezarlığındadır.

 

M.Latif Salihoğlu

Bizden Bir Karış Toprak İsteyeni
İstediği Toprağa Gömeriz.
 
İngilizlere Hediye Edilen Hilafet
 
40 Devlet ve OSMANLI
 
Çanakkale Senaryosu
 
Vatana İhanetin Belgeleri
 
 
Araştırmaları ve Derlemeleri için Tüm Yazarlarımıza, Yüce TÜRK Milleti Adına Çok Teşekkür Ederiz.

Bugün 193 Tekil 158 Çoğul Ziyaretçi Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol