Daha fazla hava durumu tahmini: İstanbul 15 günlük hava durumu

   
 
  Allah Beni Yaratırken Bana Sordu mu ?

ALLAH BENİ YARATIRKEN BANA SORDU MU?

Bu suâli, muhâtabın zihninde herhangi bir şüpheye yer bırakmadan cevaplayabilmek için, kendisinin kullanmış olduğu kelimeleri bilhassa dikkate alarak, şöyle başlamak istiyorum:

Öncelikle bu kimse; “Allah beni yaratırken bana sordu mu?” demekle, kendisini “yok”tan yaratanın Cenâb-ı Hak olduğunu kabul ettiğini ifâde etmiş olmaktadır. Cenâb-ı Hak ise, “Fâil-i Mutlak”tır; dilediğini yapabilecek yegâne güç ve kudret sahibidir. “Mâliküʼl-Mülk”tür, bütün kâinat O’nun mülküdür. “Fâil-i Muhtâr”dır, yani mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Kimsenin O’na bu hususta -hâşâ- hesap sormaya hakkı yoktur, haddi de değildir.

Ayrıca Cenâb-ı Hak insanı, كُنْ/Ol!” emriyle “yok”tan var etmiştir. Yani insanoğlu, Cenâb-ı Hak onu var etmeden evvel bir “hiç”ti. Bu sebeple de Cenâb-ı Hakk’ın henüz “yok” olan bir şeye soru sorması abes olurdu. Her işinde hikmet sahibi olan Cenâb-ı Hak ise aslâ abesle iştigâl etmez.

Diğer taraftan böyle bir suâl, -Allah muhafaza buyursun- ilâhî takdîre rızâ göstermemek ve küllî irâdeyi haksızlıkla ithâm etmek mânâlarına da gelmektedir. Aynen müşriklerin ileri gelenlerindenVelîd bin Muğîre’nin yaptığı gibi… O da nübüvvetin Peygamber Efendimiz’e verilmesinden dolayı Allâh’ın irâdesine ve takdîrine -hâşâ- yanlışlık izâfe ederek şöyle demişti:

“–Kureyş’in büyüğü ve efendisi olan ben, yahut Sakîf’in ulusu Amr bin Umeyr dururken, Kur’ân Muhammed’e mi inecekti?!.” (İbn-i Hişâm, I, 385)

Âyet-i kerîmede Muğîre’nin bu hezeyânı şöyle nakledilmektedir:

“Ve dediler ki: «Bu Kur’ân iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?»” (ez-Zuhrûf, 31)

Cenâb-ı Hak ise bu saçma beyâna bir sonraki âyette şöyle cevap vermektedir:

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?..” (ez-Zuhrûf, 32)

Yine “Cenâb-ı Hak beni yaratırken bana sordu mu?” demek, insanın Hak katındaki değerinin idrâk edilmemiş olduğunun da bir göstergesidir.

Zira Cenâb-ı Hak, onu herhangi bir mahlûkat olarak değil, yaratılmışların en şereflisi olan “insan” olarak halketmiş, mükerrem/üstün kılmış ve ona kendi rûhundan üflemiştir. Hattâ âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere onu, yeryüzündeki halîfesi kılmıştır:

“Sizi yeryüzünün halîfeleri kılan, size verdiği (nîmetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur…” (el-En’âm, 165)

Şeyh Gâlip ne güzel söyler:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen,

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen…

“Ey insan! Kendine gönül gözüyle hoşça bir bak ki, sen âlemin, yani yaratılanların özüsün ve sen kâinâtın göz bebeği olan âdemsin/insansın.”

Şimdi sormak lâzım;

Bizden Bir Karış Toprak İsteyeni,
Elbette İstediği Toprağa Gömeriz.
 

İngilizlere Hediye Edilen Hilafet
 
40 Devlet ve OSMANLI
 
Çanakkale Senaryo mu ?
 
Vatana İhanetin Belgeleri
 
 
45.324