Benzerlikler dille sınırlı kalmıyor özellikle kilim desenlerindeki benzerlik şaşırtıcı.
Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın kilimlerdeki benzerliklerle ilgili bir anısı:
“New York da iken televizyondan, Kaliforniya’da düzenlenen “Güller Resmi Geçidi”ni seyrediyordum: otomobil ve kamyonetler renk renk desenler halinde güllerle donanmıştı. Çeşitli ülkelerin ve firmaların katıldığı bu şöleni Cher Huntley tek tek anlatıyordu. Bir takı “şimdi de Meksika Kızılderililerininki geçiyor” diye tanıtınca yardımcısı elindeki kağıdı işaret etti ve spiker de şöyle özür diledi: “Kızılderililerin değil, Türkiye Konsolosluğunun takısıymış! Desenler o kadar benziyor ki şaşırdım.”
Dokuma tekniğinin ilk olarak ne zaman ve nerede başladığı tam olarak bilinmese de hiç kuşku yok ki dokuma sanatı, genel bağlamda, Orta Asya’da başlamıştır. Bu bölgede yaşayan yerliler ki göç eden bu kabilelere Yörük ya da göçebe kabileler denilmektedir, büyük bir nüfus patlaması neticesinde Asya’nın batılarına göç edip kendilerine yaşamak için daha uygun alanlar aramaya başladıklarında göçebeler şiddetli hava koşullarına maruz kalmışlardır. Bu nedenle çadırlarını kurmak için keçi yünü kullanmaya başlamışlardır. Keçi yünü, koyun yününe nazaran çok daha uzun ve sıkıdır. Düz dokuma tekniği bu anlamda ilk defa göçebe tenteleri yapmak için kullanılmıştır.
Hayatta kalmayı başaran en eski pile halı Altay dağlarının Pazırık vadisindeki bir Sycthian prensinin mezarında keşfedilmiştir. İlk kez Sibirya’da bir Rus arkeolog tarafından 1947’de sergilenmiş ve şu anda da Leningrad’da ki Hermitage Müzesinde sergilenmektedir. Bu halı Türk çift düğümü ile dokunmuş olup metrekaresinde 347.000 düğüm bulunmaktadır. Boyutları 3,62 m2 olan bu halıya yapılmış olan incelemeler neticesinde İsa’dan Önce 5. yüzyıla ait olduğu ortaya çıkmıştır. Pazırık, diğer ismiyle Altay halısı oldukça gelişmiş bir görünüme sahiptir ve bu sebeple de dokumacılığın uzun bir geçmişe sahip olduğunun kanıtı niteliğindedir.
MEKSİKA METROSUNUN KAZILARINDA ÇIKAN TÜRK TAKVİMLERİ
Bu muazzam taş eser 1481’de Aztekler tarafından yapılmış ve 1790 da metro kazısında ortaya çıkarılmıştır. 24 ton ağırlığındaki bu takvim vaktiyle Aztek ana tapınağının en tepesinde dururmuş. Yılların hayvan adlarıyla gösterildiği bu takvim Azteklerden önce Toltek ve Mayalarca da benimsenmiş. Tahminen M.Ö 353 yılında da Mayalardan Olmeklere geçmiş.
12 Hayvanlı Türk Takvimi, 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Kök Türklerde, Uygur Türklerinde, Tuna-Bulgar Türklerinde, İtil-Bulgar Türklerinde ve daha önceleri de büyük ihtimalle Hun Türklerinde kullanılmış olup, Türkler arasında çok yaygın bir sistem olmuştur. Kök Türk yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarlarının yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi bu takvimle tarihlendirilmiştir. Hatta, Manas Destanında ki bazı olaylar bile “12 Hayvanlı Türk Takvimi” ile tarihlendirilmiştir.
Türk Takviminde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme ‘Çağ’ adı verilir. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saattir. Her bir çağ ise sekiz ‘Keh’ten ibarettir. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 mart, Nevruz günü alınır. (21 Mart Kızılderili kültüründe de senenin başlangıcıdır.)
12 Hayvanlı takvim Çinlilerde olmakla birlikte en eski şekli Türklerde bulunduğundan, bizden onlara Türk kökenli Su-Çu hanedanlığı sırasında geçtiği tahmin edilmektedir.
Edouard Chavannes’in “Le Cycle turc des Douze Animaux [12 Hayvanlı Türk Takvimi]”, adlı araştırmasına göre Asya’da kullanılan 12 Hayvanlı takvim Türklere ait bir takvim sistemi idi ve Çinliler bu takvimi Türklerden almışlardı. Chavannes bu yüzden de araştırmasının adını 12 Hayvanlı Türk Takvimi koymuştur.
Meksika tarihinin klasik eserlerini yazan W.H.Prescott, 1874’de Maya ve Aztek takvimlerini incelerken, menşesini Tatar Türklerine bağladıktan sonra şu açıklamada bulunmuştur: ” Asya’da ki 12 hayvanın 4 tanesi Azteklerdekinin tıpa tıp aynısıdır. 3 tanesi çok benzer, fakat Asya-Amerika farkıyla ilgili hafif değiştirmeler olmuş; Aztekler de 5 bölüm ise boş bırakılmıştır. Bunların Türklerin bildiği fakat Meksika’da bulunmayan hayvanlardır. Bu kadar benzerlik hayal edilemezdi. Bir de hayvan – yıl sıralamasının aynen Türk takvimindeki gibi gittiğini de eklersek tesadüf olasılığı ortadan kalkar.
TÖRELER, ADETLER, DESTANLAR
Kızılderililerle Türkler arasındaki kültür benzerlikleri aslında oldukça fazladır. Tahsin Mayatepek ( Maya’arla Türkler arasındaki benzerliklere dikkat çekmiş ve Atatürk tarafından konuyu daha detaylı araştırması için Meksika’ya elçi olarak gönderilmiştir. (Ayrıca soyadının da oldukça Kızılderililerce kullanılan iki isimden oluşması oldukça ilgi çekicidir.), Azteklerin tıpkı Hunlar gibi doğan güneşe dönüp elleriyle bir dua işareti yaptıklarını anlatmış ve hala bu törenin Meksika yerlilerince uygulandığına dikkat çekmiştir.
9 rakamı Türklerde mukaddes sayı iken Mayalarda da 9 tanrı, tapınakların özellikle 9 basamaklı olmasından onlarda da mukaddes olduğuna bir işarettir.
Bilindiği gibi ülkenin ikiye ayrılması çok eski bir Türk geleneğidir. Her kısım başına bir yönetici bulunurdu. Yine eski zamanlardan beri Türkler “4 unsuru” (yer,ağaç,ateş,su) kullanır ve 4 unsura birer renk verip bunu coğrafyaya uygularlardı. Ak: Güney; Kara: Kuzey; Kızıl: Batı; Sarı: Doğu olarak tanımlanır hatta yer isimleri bile bunlara göre adlandırılırdı. (Akdeniz, Karadeniz, Sarı nehir.)
Göktürklerde ülke ikili Krallıkla idare edilirken, Dörtlü bölgelerde “Teğin/Tekin(prens)” yönetici olurdu. Teğinler hükümdar ailesine mensup olurlar fakat makamlarına seçimlerle gelirlerdi.
Güney Amerika’da da bu 2’li ve 4’lü sistemin sık sık kullanılması Türklerle bağlantıları açısından önem taşımaktadır. İnka öncesi yönetimi ülkeyi 2’ye ayırır ve biri “kollasuyu” diğeri “Kuntisuyu” adını taşır. Oka-Arokan Kızılderililerinde de 4’lü bölümlerin başına “Togin/Tokin” geçer ve bu kişiler de soylular arasından seçimle başa getirilir.
Aztekler 4 yön için birer tanrı tanır ve her yöne bir renk verirler. Günümüzdeki Kızılderililer arasında da aynen eski Türklerde olduğu gibi bu renklendirme kullanılmaktadır.
İnkalar “cihanı fethetmek” üzeri kutsal “Kapatokon”dan kurtulup çıktıklarında başlarında 4 kardeş-prens vardır: Ayar Kaçı, Ayar Uço, Ayar Ança ve en büyükleri Manko Kapak.
Yucatan yerlileri (Olmek ülkesi), Doğu’dan “Büyük Deniz”den geldiklerine inanırlar ve “Tanrılar bize yol olsun diye denizi kurutmuştu” derler. Kimi Kızılderili efsaneleri, “yerin altından geldik” derken, kimi efsanelerde “gökten” ok merdivenlerle indikleri anlatılır. Bunların yanı sıra “Karanlıklar ve soğuklar arasından geçerek Kuzeyden geldik” ve “güneşin doğduğu taraftan” geldik diyen efsaneleri de mevcuttur. Yılandan, Jaguardan türediklerini söyleyenlerin yanı sıra “kurt soyundan neşrettiklerini” ve büyük Tufanı bir kurdun haber verdiğini söyleyen destanlar da vardır. Türklerde olduğu gibi Kızılderililerde de Kurt (Bozkurt) yol gösteren rolünde göze çarpar.
Ergenekon ve Yaratılış Destanlarındaki Benzerlik
Efsanenin adı “Kapaktokon/Kapaktoko”, anlamı “Kapalıdan Çıkış” Bizdeki “Ergenekon Destanı” ile hem ismen hem de içerik açısından benzemesi oldukça dikkat çekicidir. Ergenekon Destanı da “kapalı kayaların ve dağların ardından çıkışı” anlatmaktadır.
İnka efsanesine göre, Bir felaket milletin her ferdini öldürür fakat Manko-Kapak’ın atası “ATAU” kurtulur. Dışarıya çıkışı olmayan bir mağaraya sığınırlar. Burası “KAPAKTOKON” dur. Derken, tanrı “ER-AK-KOCA (İra Koca,Vira-koca)” onlara bir nur verir ve bununla kayaları eritip kurtla çakal arası bir yaratığın izinden dışarı çıkarlar, cihanı fethederler. Bu destanın Ergenekon’la benzerliği aşikardır.
Kırgız Türklerinin çok iyi muhafaza ettikleri Yaratılış Efsanesinde ki benzerlik;
“Kainat önceleri sadece suymuş ve bunun üzerinde Tanrı KARAHAN, yapayalnız uçarmış. Sonra KİŞİ’yi yaratmış, dünyalar yaratmak için lazım olan toprağı getirmesi için onu suların altına yollamış. Kişi Tanrıyı kıskanırmış ve getirdiği toprağın bir kısmını avurduna saklamış. Tanrı “Elindeki toprağı savur” diye buyurmuş ve “Toprak, büyü” demiş. Ancak bu toprakla birlikte Kişi’nin avurduna sakladığı toprak da büyümüş ve Kişi patlayacak olmuş, tükürmüş; adalar böyle doğmuş…”
Buraya kadar olan bölüm Kızılderililerin Yaratılış Efsanesiyle tıpa tıp aynıdır, sadece isimler farklılık gösterir. Toprak getirenin adı “MUDHAN”dır. Ancak bundan sonraki bölüm farklıdır: Türklerde Tanrı, Kişi’yi yerin dibine sürükler ve adı “YERLİK HAN” yani Şeytan olur. Tanrı bundan sonra insanoğlunu yaratır. Kızılderililerde ise göğe çıkış, orada “Gökler Tanrısı”nın karsını kıskanıp yeryüzüne fırlatışı, onu seven kuşların kanat gerip yere yumuşak iniş yaptıkları… şeklinde apayrı bir yol izler. Fakat baştaki bu benzerlik sosyal-antropolog Kroeber’in da dediği gibi şaşırtıcı bir benzerliktir.
Komançi Kızılderililerin atı edindikten sonra ölen şeflerini gömme adetleri (ata bağlayıp, 7 defa dolaştırıp ve atı yaktıktan sonra küllerini şefin cesediyle birlikte uçuruma atış ve kayalarla örtüş) Hunların defin merasimiyle örtüşmektedir.
Tören ve Kutlamalardaki Benzerlikler
Amerikanın toprakla ve ziraatla uğraşan Kızılderili kabileleri arasında dini ağırlıklı merasimlerle kutlanan mevsimlik bayramların başında Mart ayında “Yeni Yılın Başı” için yapılan kutlama törenleri ve şenlikleri gelmektedir. “Yeni Yılın Başı” kutlamaları, “Eski yıldan yeni yıla geçişi, ölümden sıyrılıp yeniden dirilişi, kısırlıktan kurtulup yeniden üremeye dönüşü kutlamak” maksadıyla yapılmaktadır.
Yeni yılın başlangıcı olan Mart’ta kutlanan “Diriliş” kutlamaları ile ilgili Kızılderililerin yaptığı merasimlerde kabilenin yaşadığı köy veya kampın tam orta yerine uzun ve düzgün bir “direk” dikilir. New Mexico, Arizona ve California eyaletlerinde yaşayan Kızılderili kabileleri köyün orta yerine dikilen bu “direğin” kainatın “ekseni” olduğuna ve dünyayı yaratan “Bir”i temsil ettiğine inanırlar.
Kızılderililerin yaptığı merasim ve kutlamaların en ilginç yanlarından birisi, kabilenin Şamanı’nın “Gök Tanrı” olarak kabul edilen “Ulu Ruh”a (Great Spirit) daha çok yaklaşmak ve kabilesi için O’nun yardımını ve rahmetini talep etmek maksadıyla, bu düzgün “direğe” tırmanmasıdır. Dinî maksatlı bu merasimi yöneten Şaman’ın bu direğe tırmanması, mensubu olduğu kabilesini kötü ruhlardan ve onların sebep olabileceği hastalıklardan koruması, yeni yılda kabilesine bol mahsul bahşetmesi konularında görüşme talep etmek maksadıyla “Gök Tanrı”ya daha yakın olma amacı taşımaktadır. Direğe tırmanma merasimi Pueblo, Camella, Maidu Kızılderilileri gibi birçok kabile arasında oldukça yaygındır.
Amerika’nın Batısında, Kaliforniya toprakları içinde yaşayan Yurok Kızılderili kabilesi, “Mart”ta düzenlenen “Yeni Yılın Başı” merasimlerini özel olarak hazırlanan ve “Big House” (Büyük Ev) olarak adlandırılan yerde yaparlar. Amerikanın Delaware eyaletindeki Lenape Kızılderili kabilesi ve Cheyenne Kızılderilileri, yine “Big House” dedikleri yerde Yeni Yıl kutlamaları ile ilgili merasimleri eksiksiz yerine getirirler. Baharın gelişi ve tabiatın yeniden canlanarak hayat bulması ile ilgili merasimlerin yapıldığı “Büyük Ev”in dinî açıdan mistik bir manası vardır. Bu “Büyük Ev”in kendisi, Gök Tanrının yarattığı kainatı, onun dört köşesindeki “dört direği” ve üzerine oturtulan “kubbesi” Gök Tanrının kudretini, bu “Büyük Ev” in orta yerine dikilen “direk” ise, Gök Tanrının yer yüzüne koyduğu “ayağı”nın yerini sembolize etmektedir. Bu tip mevsimlik törenler hemen hemen bütün kabilelerde yapılmaktadır ve bütün kabilelerce Mart ayı yılın başı olarak kabul edilmektedir.
“Büyük Ruh” olarak adlandırılan “Gök Tanrı”ya daha yakın olma ve O’nunla konuşma, O’ndan yardım dileme maksadıyla dünya ve kainatın orta direği ve “ekseni” olarak kabul edilen ve köyün orta yerine dikilen “direk” ve bu “direğe tırmanma” merasimine Orta Asya, Sibirya, Altay, Hakas, Tuva Şamanizm’i ve bu bölgelerde yaşayan Türk topluluklarının ve boylarının dini geleneğinde de yaygınca rastlanmaktadır.
Orta Asya, Sibirya Türkleri, Saka, Altay, Hakas, Tuva Türklerinde de “Mart” ayı “Yeni Yılın Başı” dır. Hakas Türkleri “Yeni Yılın Başı” olarak bilinen Mart ayında, çeşitli merasimleri büyük bir dikkatle yerine getirirler. Şamanizm geleneğine bağlı olarak yapılan dini maksatlı bu mevsimlik merasimler, Amerika Yerli Kızılderili kabileleri ile Orta Asya Türk boyları arasında birbirinin aynısı denilecek kadar benzerlik ve paralellikler gösterir. Hakas Türkleri “Mart” ayında yaptıkları merasimi şöyle anlatmaktadırlar: “Hakasya eski Türk halklarından birisidir. Bunu Hakasların örf ve adetleri ispatlıyor. Örnek olarak Yeni Yılın Başı bayramını alabiliriz. Bizim halkımız Yeni Yılı 22 Mart’ta kutlar. Adı Yılbaşı. Gün saatleri ile gece saatleri eşit olduğu zaman, o gün güneş doğarken ona tapıyorlar. Daha sonra kutsal ateş anaya tapılır. Dünyadaki bu kutsal ateş, küçük güneş gibi sayılır. Bu kutsal ateşte Kara Çalama (ipek) yakılıyor. Bu Kara Çalama yakılmadan önce üç bohçaya bağlarlar. Bir bohça ile hastalıklar, ikinci bohça ile acılar, üçüncü ile dertlerin, hastalıkların hepsinin bağlanması demektir. Daha sonra lzıh(kutsal) Ak Ağaca (Akça Kayın) yeşil, kırmızı beyaz bezler asılır. Böylece Göğe hayat için dua ediyoruz. Yeşil “hayatın” rengi, kırmızı “kan damarı kurumasın”, beyaz ise “hayat temiz olsun” anlamındadır.”
“Amerika’nın Sub-Arktik bölgesinde yaşayan Kızılderili kabileleri yılda bir defa, “Mart” ayında, “Feeding the Fire” (Ateşi Doyurma) merasimi yaparlar. Bunun Kızılderililerin ölen yakınlarının ruhlarını tatmin edeceğine inanılır. “Beayer” (Kunduz) Kızılderilileri, bu merasime çok önem verirler ve Amerikanın kuzeyinde yaşayan Kızılderililer arasında ateşe “et” atarak onu tatmin etmek merasimini en ciddi şekilde takip ederler. Bunun yanında yine Baharın başlaması ve Somon balığının nehirlerin kaynağına doğru ilk göçleri başladığı zaman British Columbia’da yaşayan Kuzey Amerika Kızılderili kabilelerinden Tanaina Kızılderilileri, ateşe et atma merasimi yaparlar. Bu merasimle tabiatta hayatın yenileneceğine inanırlar. Mart ayında insan vücudunu yenilemek ve canlandırmak için Fin Hamamına benzeyen “Sweat Lodge”lara terlemek için girilir. Sonra yeni elbiseler giyilir. Güzel kokulu yaban otlarının ateş üzerinde yakılması ile elde edilen dumanlarından teneffüs edilerek, ciğerlere çekilir.”
Şamanist gelenekleri ve inançlarına göre, ateş bütün pislik ve kötülükleri temizler, kötü ruhları kovar. Bu inanca Türklerde de rastlıyoruz. Vl. yüzyılda Batı Göktürk Kağanına gelen Bizans elçilerini huzura almadan önce onları iki ateş arasından geçirirlerdi. Bu tören elçilerle gelmesi muhtemel kötü ruhları kovmak maksadıyla yapılırdı. Başkurtlar ve Kazaklar bir yağlı bezi yakarak onu hastanın etrafında “alas, alas” diyerek gezdirirler. Buna Kazak ve Başkurtlarda “alaslama” Anadolu’da ise “alazlama” denir.
Sioux (Su) Kızılderili kabilesinde de, Yeni Yılın Başlangıcı için yapılan merasimlerde “Ateş”e büyük önem verilir. Bu merasimler Sioux topraklarında “Ot Biten Ay” olarak adlandırılan “Mart” ayında yapılır.
Sioux Kızılderili kabilesinde Mart ayı ile başlayan yeni yılın ayları şöyle sıralanır:
– Mart: (Otlar Biten Ay)
– Nisan: ( Danalar Doğan Ay)
– Mayıs: (Yıldırımlar Çakan Ay)
– Haziran: (Çilek Olgunlaşan Ay)
– Temmuz: (Kiraz Ayı)
– Ağustos: (Kara Erik Ayı)
– Eylül: (Sarı Yapraklar Ayı)
– Ekim: (Yaprak Dökümü Ayı)
– Kasım: (Sığırların Tüy Döktüğü Ay)
– Aralık: (Çadırda Don Ay)
– Ocak: (Ağaç Donduran Ay)
– Şubat: (Kar Körlüğü Ayı)
Türk kültüründe de bazı aylar Amerika yerli Kızılderili kabilelerinde olduğu gibi, tabiatta hayvanların hareketine bağlı olarak adlar alırlar. İlk Baharın birinci ayına “Oğlak Ayı”, ikinci ayına “Ulu Oğlak Ayı”, üçüncü ayına “Ulu Ay” denilirmiş. Diğer aylar da yine bu şekilde, yani mevsimlerin totemleri ile adlanırmış.
Türkiye ve diğer Türk Yurtlarında “Godu-Godu” ve çeşitli adlarla anılan “bezeme” insan ve tabiatta bulunan yaratıkların kılığına girerek, baharın gelmesini, tabiatın canlanmasını kutlamak, Amerika yerli Kızılderili kabileleri arasında hayatın önemli bir dilimini teşkil eder.
Hopi Kızılderili kabilesi,”Godu-Godu”ları kendi kültürleri içinde, “Kachina” (Kaçina) olarak adlandırıyor. Her Kaçina’nın kendine has görevinin olduğuna inanan Hopi Kızılderililerinin, Yıldız, Bulut, Güneş, Toprak, Kurt, Kartal Kaçinaları vardır. Bunların hepsi, doğrudan doğruya tabiat, yeraltı, yer üstü varlıkları ile ilgilidir. İspanyollar 1500 yıllarında Kızılderililerin ülkesini işgal ettiklerinde, Amerika’daki Kızılderililerin Kaçina bebekleri yapıp onlara tapındıklarını zannettiler. “Kaçina Dansı”nı ise, “Şeytan”a tapınma olarak yorumladılar ve bütün Avrupa’ya da öyle yaydılar.
Türk kültür tarihinde ve önemli mevsimlik merasimlerde önemli yer tutan “demir”e Kuzey Amerika Kızılderili kabileleri arasında da büyük önem verilmekte ve bazı kimselerin demirden yapılmış mukaddes sayılan silahlara dokunması yasaklanmıştır. Amerika Kızılderili kabilelerinden Algonquian Kızılderili kabilesinde, hamile kadının hamileyken demir ve çelikten yapılmış silahlara dokunması katiyen yasaktır. Öldürücü gücü kaybolur ve düşmana tesir etmez korkusu ile özellikle hamile kadınların ve yetkili olmayan şahısların kabilenin savaşçılarının silahlarına dokunması yasaktır. Yaygın olan söylentilerin tam aksine, bu kadar tabu ve yasaklamaya rağmen, Kızılderili kabilelerinden hiç birisi ne şekilde olursa olsun diktikleri totemlere tapınmazlar.
Amerika’da Alaskanın Güneyinde yaşayan Yakutat ve Tlingit Kızılderilileri arasında demire Sibirya Türklerinin verdiği değere eş bir hürmetle yaklaşılmaktadır. “Yakutat ve Tlingit Kızılderilileri” de diğer Kızılderililer gibi çelikten yapılmış bıçak ve savaş baltaları veya sivri uçlu silahlar yapmak için kullandıkları demire büyük hürmet ve rağbet gösteriyorlar.
Şamanizm’e ait Benzerlikler
Amerika Kızılderili Kabileleri ile bugün Orta Asya, Kırgızistan, Kazakistan, Güney ve Kuzeydoğu Sibirya da yaşayan Tuva, Altay, Hakas, Televi ve Saka Türkleri arasında bütün canlılığı ile yaşayan Türk Şamanizm’inin ortak özellikleri oldukça fazladır.
Asya’dan Amerika Kıtasına geçen Kızılderililerin ömürleri buradaki zor şartlar nedeniyle kısa sürmekte idi. Ölüm hadisesi baş verince Asya’dan göçen bu insanlar Orta Asya’daki kabilelerinin yaptıkları gibi insanüstü doğa güçlerinin varlığına inanarak Şamanizm’i devam ettirdiler. İyi ruhlardan yardım dilemek, kötü ruhlardan ve hastalıklardan korunmak için kabile Şamanına başvurdular ve tılsımlı gerdanlıklar gibi bir takım uğurlar edindiler.
William Thalbitzer konu ile ilgili olarak yaptığı çalışmasında şunları açıklamıştır: “Arktik bölgesinde yaşayan halkların bu günkü dilleri ne olursa olsun Yakut Türkleri ile Chukchee, Samoyet ve Lapp’ların sahip oldukları kültürün şüphe götürmeyecek şekilde birbirinin devamı olduğuna inanıyorum.”
Kuzey Amerika’da Eskimo ve diğer Kızılderili kabileleri arasında önemli yeri ve mevkisi olan Şamanların aynı görevi yaptıkları görüşünü Mircea Eliade büyük bir güven içinde bilimsel kaynaklara dayanarak ifade etmiştir.
Kuzey Amerika Kızılderilileri ve Eskimo Şamanlarının ruhani bir güçle denizin ve yerin dibinde seyahat etmeleri, Asya’nın Kuzeyindeki Yakut Türklerinin ruhani yol göstericisi olan Şamanları ile aynı karakteri göstermektedir. Merasimlerde giydikleri kıyafetleri ve törenlerde kullandıkları “davul” gibi aksesuarları arasında ise çok az farklılıklar bulunmaktadır. Edward William Nelson, bir Alaska Şamanının kendisine öbür dünya’ya gidip orada 2 gün nasıl dolaştığını sonra dirililerek köyüne gelip orada gördüklerini halkına anlattığını belirtmektedir. Mircea Eliade, Türk ve Kızılderili Şamanları arasındaki benzerlikleri anlatırken öbür dünyaya gitmek, arşa çıkmak, cennete gitmek gibi olguların yaygın bir ortak özellik olduğunu vurgulamıştır.
Tarihte kayıtlara geçmiş ve adı bilinen ilk Şaman, Sümerlerin Destan kahramanı Gılgamış’tır. Orta Asya Türk, Sibirya, Yakut, Altay ve Tuva Şamanlarında olduğu gibi, Amerika Yerli Kızılderili Şamanlarının en önemli aracı “davul” ve “tokmak”tır. Yine tarihte bilinen en eski “davul”” ve “tokmak” Sümerlerin zamanında “her şeyi bilmesi” ile tanınan Şaman Gılgamış tarafından kullanılmıştır. Tarihte bilinen en eski yazılı Sümer tabletlerinde, “Inanna” tarafından Fırat Nehri’nin kenarında yetişen “Kutsal” bir ağaçtan yapılmış “”Davul” (Pukku) ve “Tokmak” (Mikku) Gılgamışa en şerefli bir hediye olarak verilmiştir. Sibirya Şamanizmi’nin en canlı bir şekilde yaşadığı ve yaşatıldığı (Yakutistan) Saka Eli’nde Şamanların dinî ve mevsimlik ayinlerde kullandıkları “Davul” ve “Tokmak” Sümerlerin Şamanı Gılgamış’ın kullandığı davul ve tokmakla aynı paralelliği göstermektedir. Sümerlerde ve Sakalarda Şamanların kullandıkları davul ve tokmağın kullanıldığı yer ve maksat aynıdır. Gerek Sümer Şamanları ve gerekse Saka Eli Şamanları, “karanlık” dünyaya ruhlarla görüşmek için yaptıkları seyahatte, davul ve tokmak Şamanlara “rehberlik” eder. Kızılderili kültüründe de gerek şaman ayinlerinde gerekse kabile içinde yapılan diğer törenlerde davulun yeri aşikardır.
Şamanizm kültürü ile iç içe yaşamış toplumlarda, insanların her iki dünyada saygı duydukları ortak nesne, “toprak” olmuş ve özellikle Türk Kültürünün yayıldığı sahalarda ve Amerika Yerli Kızılderili toprakları üzerinde yaşayan insanlar arasında “Toprak Ana” (Mother Earth) olarak anılmış ve saygı gösterilmiştir. Kızılderili ve Türk toplumunun savaşçı fertleri bir savaş veya herhangi bir şekilde yaralandıklarında, yaptıkları ilk iş, “Toprak Ana”nın bağrından, onun şefkatli yüzünden alınan temiz “kuru toprak”la yaralarını ovmak ve kanı durdurmak hareketi olmaktadır.
Türk toplumunda ve Kızılderili milleti arasında, anadan doğduğumuzda, göbeğimiz kesildikten sonra, geride kalan kısma “it ağzı” değmesin diye, yine “Toprak Ana”nın bağrına gömülür. Kızılderili Milleti ile Türk Milleti’nin “Toprak Ana”ya bağlılığı daha doğarken başlar. Göbeğimiz kesildikten sonra arta kalan ve halk arasında “Eş” olarak nitelendirilen kısım toprağa gömüldüğü an, öldüğümüzde varacağımız son “mekan” tespit edilmiş olur. Kızılderili ve Türk toplulukları arasında ölüler gömüldükten sonra, üzerine “hamile kadının karnı” gibi bir toprak kümesi yığılması (höyük, kurgan şekli), öldükten sonra da tekrar “Toprak Ana”dan vücuda geleceğimizin fikri ortak “sembolizm” ile vücut bulur.
Yakut Şamanlarında “Ana Hayvan” veya “Hayvan Ana” ve bu arada eski Şamanların yaşayan ruhu büyük rol oynar. “Hayvan Ana”, Yakut Şamanına görünmeyen bir ruh şeklinde yardım eder. Bu ruh kendini ölüm veya doğum anlarında gösterir. Yakut Şamanları’na yardım eden gizli ruh, “Hayvan Ana”, çoğu zaman tüyleri demirden bir kuş şeklinde görünür. Tüyleri demirden olan bu koruyucu kuş şeklindeki “Hayvan Ana” Şamanın sahip olduğu ağacın bir dalında tüner.
Ob–Uygurlardan olan Hanti ve Mansi’ler de, Şamanın mutlaka yedi tane yardımcı hayvanı olmalıdır. Hayvan şeklinde kendisini gösteren yardımcı ruhla, Şamana çeşitli zorluklarda yardım ederler. Coğrafyanın değişmesi ile Şamana yardım eden bu hayvanların da türleri coğrafyaya bağlı olarak değişir. Şamanlara yardım eden yedi yardımcı hayvan ruhu genellikle; Ayı, Geyik, Kurt, At, Yılan, Balık veya Kuş şeklinde görünür. Kuş şeklindeki ruhlar, Kuzeye doğru gidildikçe Kartal ve Baykuş şeklinde kendini gösterir. Sahillere yaklaştıkça, bu hayvanlar, Şamanın su altındaki seyahatine yardım eden çeşitli deniz hayvanları şeklinde görülürler. Kızılderili kültüründe de koruyucu güç olarak ruhani yani görünmeyen hayvanlar yer almaktadır. Hayvanların türlerindeki benzerlikte dikkat çekicidir.
Orta Asya Türk, Tuva, Altay, Hakas, Televit ve Saka Türk Elinde ve Amerika Yerli Kızılderili kabileleri arasında halkın hayatına nizam veren ve “her şeyi bilen” erdemli kişiler olarak saygı duyulan Şamanlar, katiyen “büyü” yapmaz ve “nusha” yazmazlar. Şamanların ortak özellikleri incelendiğinde, onları tamamen “ruhlar alemi” ile “ölümlü dünya” arasında seyahat eden ve acı içinde kıvranan “bizlerden biri” olarak görürüz. Kızılderili ve Türk Şamanlarındaki bu ortak özellik yani “büyü” yapmama özelliği diğer birçok toplumda görülmez. Hatta tam tersi Şaman tarzı ruhani kişiler “Kara Büyü” adı verilen kötü amaçlı büyüler de yapmaktadır.
Tsistsistas (Cheyenne) Kızılderili devri öncesinde, Algonquians Kızılderilileri ile aynı kültürü paylaşan Kuzey Sibirya ve Sakaların Şamanları ile Cheyenne Şamanlarının ortak özellikleri üzerinde yapılan araştırmada aşağıda belirtildiği gibi paralellikler gösteren bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu karşılaştırmada, benzer olan durumlar “var”, benzer olmayan durumlar “yok” şeklinde gösterilmiştir:
Amerika Yerli Kızılderili kabilelerinden Algonquians Kızılderilileri tarafından yaşatılan Tsistsistas (Cheyenne Kızılderili kültürünün asıl ana kolu 12000 yıl önce Arktik bölgesinde kök atmıştır. Şamanizm kültürünün Amerika’daki Kızılderili kabilelerinden Algonquian kabilesine taşıyan gruplar, Sibiryanın kuzeyinde yaşayan insanların en yakın akrabalarıdır. Tsistsistas Kabilesinin her yıl yaptığı “Massaum” merasimleri, bu Kızılderili kabilesine, Avrupa’dan gelerek Amerika’yı işgal edenlerden değil, onların Kuzey Sibirya’da yaşayan akrabalarından hatıra kalmıştır. Tsistsistas Kızılderilileri’nin dünya ve kainatı tarif edişleri, diğer Kızılderili kabilelerinden Yuroks, Evenks, Yukagir, Orichis’lerin kültür anlayışı ile paralellik gösteren Kuzey Sibirya Şaman kültürünün, 2000 nesil sonra bize kalan kısmıdır.
Tespit Edilmiş Diğer Benzerlikler
İndiana Üniversitesinden Amerikalı Profesör Denis Sinor Sibirya Türklerinden Tunguz kabileleri ve Yukagir’lerin Tunç çağı evrelerinden beri Kızılderililerle ortak bir kültüre sahip olduklarını ifade ederek;
Huş ağacından oyulmuş kayıklar, Pirok yani deri, ağaç kabukları örtülerek yapılmış barınaklar ya da Kızılderililerin yarı küresel (Wigwam) veya konik (tepec) çadırları tipinde ortak kültürler, önünde yarık bulunan hafif giysi türleri, makosenler, karlı ormanların temel ulaşım aracı kayak gibi donanımlar tespit etmiştir.
Sümer Tanrıçası İnanna’yı sembolize eden İnanna’nın “Ay kayığı” simgesi olan hilal şeklindeki, boğaza takılan kolyeye Tork denilmektedir. Anadolu’da Hitit devleti kurulmadan evvel yaşayan Tork-lar (Torkom) Hitit devleti sonrası kralları Pamba devrinde Hititlere boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Tork isimli, Tanrıça İnanna timsali kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok (Etrak) kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar.
Mayalar kendi dillerine aynı bizim ifademizle “Mayanca” demektedirler. Maya’ların Orta Amerika’daki önemli yerleşim yerlerinden olan “Yuka-tan” isminin Türkistan’ın Yok-Tan bölgesinden gelme olduğu anlaşılmıştır. Bu bölge Sümer Türklerinin Mezopotamya’ya göçmeden evvelki yerleşim sahasıydı.
Tahiti adasına ayak basan Captan Cook Kızılderililerin başlarına taktıkları çiçekten başlığa “Türk” adı verdiklerini 1769 yılında tespit etmiştir.
Fiji adalarında Rotuma yerlilerinin dillerinin Altaik dil olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Endonezya adalarının dillerinin de Altay dillerinden olduğu anlaşılmıştır.
Bütün Altaylılar gibi Kızılderililer birbirlerine amca, baba, teyze, hala, ağabey diye hitap ederler. Maya Kızılderililerinde 1878 yılında el öpme adeti de tespit edilmiştir.
Mohavk Kızılderilileri uzun eşek oyunu da dahil 12 Anadolu oyununun 11 tanesini bilmektedirler. Güreş ise bütün Kızılderili kabilelerinde dua ile başlanılan en önemli ata sporu olarak tatbik edilmektedir.
Brezilya ormanlarında Zakuma Kızılderililerinde güreş, rakiplerden birisi can verene kadar devam eder. Bizdeki “Kırkpınar” efsanesinde de pehlivanlar can verene kadar güreşmişlerdir.
Anadolu Türklerinin parmaklar arasına sicim gererek oynadıkları sicim oyunu Atabaşkan ve Keçuva kabilelerinde de oynanmaktadır. Üstelik figürler ve isimler de aynıdır. Misal Anadolu’da bir figüre yıldız deniliyorsa, Kızılderililerde de yıldız denmektedir.
İnkalar kök sülalesine “Ay-ullu” yani ulu soy demekle beraber, kendi yöneticilerine Kur-Hakan demekteydiler. İnkalar çocuklarına bir kahramanlık gösterene kadar ad vermezlerdi. Ad verme işlemi merasimle yapılırdı. (Dede korkut destanlarından Boğaç Han destanı hatırlanırsa, orada da çocuk bir kahramanlık gösterdikten sonra ad almış ve bu ad alma işlemi de bir törenle gerçekleştirilmiştir.) bir kişi ölene kadar bir düzine ad ve nam sahibi olabilirdi.
Kına yakma bütün Kızılderili kabilelerinde, Anadolu ve Orta Asyalı Altaylılar gibi uygulanmaktadır. Beşik kertmesi töresi aynı şekilde yaygın bir töredir.
İnkalar da aşağı sınıftan yani “Kara budun”dan olan birisi bir boğayı öldürmeden evlenme hakkı kazanamazdı.
Mohavk ve Atabaşkan kabilelerinde Kore Türkleri olan İlu’lar gibi, nişanlı kızlar saçlarına nişan tüyü takarlar.
Loğusa kadın bütün Altaylılar olduğu gibi kutsal sayılır. Loğusanın kırkını yaparlar. Ölülerini bütün Altaylılar gibi, silahları ve atı ile birlikte “Kur-gan”lara gömerler. Kan davası bir töre olarak uygulanır.
Cenaze merasimlerinde bütün Altaylılar gibi ölü ağlayıcıları tutarlar. (Anadolu’da, Ankara yöresinde bu gelenek “Yasçı Tutmak” olarak yakın zamana kadar uygulanmaktaydı. Son zamanlarda azalmış durumdadır. Aynı gelenek yine Ankara il sınırları içindeki Kürt köylerinde de uygulanmaktaydı ve halen uygulanıyor.) Mayalar ölüm yıl dönümünde “Yıl aşı” verirler, cenaze törenlerinde erkekler yüzlerine kara boyalar sürerlerdi.
Toltek Kızılderililerinin gebelik ve bereket tanrısı “Tez Katlı Poka” (Tez katlı boğa)dır. Kızılderililerde cennet ve sırat köprüsü kavramı vardır. Cennete Vakui (Akui- Altından ırmaklar akan yer) derler.
Siu Kızılderililerinin 1870 yılı sonlarında Papıti, Muhave, Kalamat, Şoson, Irok gibi kabilelerinde “Hu” çekerek Bektaşi semahlarına benzeyen ayinler yaptıkları da tespit edilmiştir.
Şinok dilinde “Potlaç” denilen değiş tokuş sistemine de yine Eski Türklerde rastlanmaktadır. Sosyal eşitliği ve yardımlaşmayı amaçlayan, herkesin elindeki eşyalarını ve yiyeceklerini ortaya döküp ihtiyacı olanların almasının sağlandığı bu törenlerin Orta Asya doğup Kızılderililerce Yeni Kıta’ya yayıldığı varsayılıyor.
İnkalar da Kopuz benzeri bir saz kullanıldığı tespit edilmiştir. Aztek ve Mayalar “Ç-şıra” (şıra) isimli içki içerler. İnkalar ise bu içkiye “Çira” derlerdi.
Sibirya’da yaşayan insanların, geyik boynuzlarından “mızrak atan” aletler geliştirmiş oldukları kayıtlara geçerken bu mızrak atan aletlere Aztek dilinde “atl–atl (atıl–atıl) denildiği tesbit edildi.
Sanat Üslubu
Olmek heykelleri tesadüf denilemeyecek kadar kadar “ETRÜSK’lerinkine benzemektedir. Etrüsk-Olmek heykelciklerinde ki benzerlikleri ilk açığa çıkaran Floransalı bir Etrüskologdur.
SÜMER’lerle birçok bağlantıları tespit edilmiş Etrüsk (Tirsk) kavminin Türk soyundan olduğu Prof .Dr. Brandestein ve Adila Ayda gibi birçok isim tarafından ileri sürülmektedir.
Çin’in Türk soylu “ÇU” sülalesi -ki Türk kökenli oldukları kabul edilen bir gerçektir, son çağlarındaki klasik dekoratif sanat üslupları Olmeklerin Vera Cruz bölgesinin ve Tajin stillerinin aynısı gibidir. İnkaların Titihaka gölü çevresindeki ata heykelleri, Gök-Türklerin “Balbal”larıyla aynı stildedir.
İnkalardan önceki Peru medeniyetlerinin (Çimu – Aymara) çana-çömlek üzerindeki geometrik desenleri ve daha sonraki dönemlerde görülen “başı arkaya dönük” hayvan motifleri, Türk-Hun Bozkır Sanatı olan “Hayvanlı Sanat”ı ve kilimlerin benzerlikleri kültürler arasındaki etkileşimin bariz örnekleri durumundadır.
Tüm bu bilgiler ışığında yerli yabancı birçok bilim adamı Kızılderililerin kökeni ve biz Türklerle olan bağları konusunda uzlaşmış ve birbirlerini doğrular nitelikte eserler vermişlerdir.
Peki Kızılderililer bu konuda ne düşünüyorlar?
Türk kurultay’ına katılan M. Franklin Keel ise bu konudaki görüşlerini şöyle ifade etmiş: “DNA testlerinde Kızılderililerin Türk asıllı olduklarının anlaşıldığını, ben Türk kurultayına katılarak ve Türkiye’de bulunmak suretiyle daha iyi hissettim. Biz Kızılderililer Türk olmaktan çok mutluyuz… Amerika’da birçok bölgede yer isimleri Türkçe olduğuna dair bazı bilgiler vardır. Ama bu konu, derinlemesine araştırılmadı. Türk Dünyası kurultayına katılmaktan çok mutluyum. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkler, bu kurultayda toplanmışlardır. Kurultayı çok güzel buldum. Burada çok değişik topluluklar temsil ediliyor. Kültür alışverişinde bulunuyorlar. Kültür çok önemli bir faktör. Türk insanında tespit ettiğim en büyük hazinenin, kalplerinin zenginliği olduğunu gördüm. Dostlukların samimiyeti ve derinliği, bu samimiyet ve derinlik biz Kızılderililerde de aynen böyledir. Yakut Türkleri ile tanışma fırsatım oldu. Çok nazik ve kibar insanlardı. Tıpkı benim kuzenlerim gibi gözüküyorlardı. Benzerlikler çok fazla… Bozkurt, biz Kızılderililerde de semboldür. Hatta Kızılderililerde Bozkurt isimli kabile vardır. Eğer buraya Amerika’daki Kızılderililerden daha çok getirmek kısmet olsaydı, onlar da sizinle görüşmekten çok çok mutlu olacaklardı, tıpkı benim gibi. Gidince Türk asıllı insanlarda gördüğüm, bizimle aynı olan özellikleri kabileme anlatacağım… ”
Benim Kızılderililerle ilgili izlediğim bazı belgesellerde kimi Kızılderililerin Asya’dan göç ettiklerini kabul etmedikleri dikkatimi çekti. Yakima Kızılderililerinin Büyük Reisi Veninock 1915 yılında görüşlerini açıklarken şunları söylemiş:
“Biz buraya Gök Tanrı tarafından yerleştirildik. Ben bu topraklara ne başka ülkelerden getirildim, ne de geldim. Ben buraya Gök Tanrı tarafından özel olarak gönderildiğimi biliyorum.”
Sunay Akın’ın “Kız Kulesinde ki Kızılderili” adlı kitabının “Kızılderililer Türk Mü? ” başlıklı yazısında Mehmet Bayhan’ın başından geçen bir olay yer alıyor: ” Fotoğraf Sanatçısı Mehmet Bayhan, 1994 yılında New Mexico eyaletinde bulunan bir Kızılderili köyünü ziyarete gider. Yaşlı bir Kızılderili’nin oturduğu barakada genç bir müzisyen flüt ile çaldığı ezgilerle dolu olan kasetini satmaktadır. Yaşlı adama “Ben Türk’üm sizlerle akrabayız” diye seslenen Bayhan, yanıt alamasa da sürdürür konuşmasını:
Sizler yüzyıllar öncesinden Asya’dan göç eden bir Türk kolusunuz!” Sözlerine karşılık verilmeyişine bozulan Mehmet Bayhan bir kaset satın alır ve kamptan tam çıkacakken oturduğu köşede bir heykel gibi kımıltısız duran yaşlı Kızılderili sessizliğini bozar: “Çok uzak değil mi? ”
Aynı yazı Sunay Akın’ın Cumhuriyet Gazetesinde okuduğu bir haberle bitiyor: “Yaşlı bir reise Kızılderililerin Bering Boğazından geçerek Amerika’ya gelen Türkler olduğu söylendiğinde yanıtı şöyle olmuştu:
Olabilir. Tıpkı atalarımızın aynı yoldan gidip Türklerin Kızılderili sayılabileceği gibi! ”
Tarih ve bilim bunu kanıtlamış olsa da onların kabul etmemesi gayet normal. Zorla toprakları ellerinden alınan, vahşice katledilen, vatanlarından sürülen bu insanlara kalkıp bir de “Zaten siz buraya Asya’dan geldiniz! ” demek belki de biraz acımasızca…
Nereden gelmiş olurlarsa olsunlar Amerika onların vatanı… Ama tüm bu kanıtlar ışığında şu da bir gerçek ki bizler akrabalarıyız…
Kızılderililerin de dediği gibi : “Mİ TAKU OYASİN! BİZ HEPİMİZ AKRABAYIZ! “
Hazırlayan: KaraKedi / Kızılderili Net Kabile Savaşçısı
KAYNAKÇA:
Kızılderililer ve Türkler – Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan
Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu – Özgür Arcan
Türklerin kökeni – Prof. Dr Ahmet Ercan (Gazete Beşiktaş – 14 Ocak 2004)
Amerikan Kızılderili Şamanizmi ile Orta Asya-Sibirya Türk Şamanizminin Benzerlikleri – Ahmet Ali Arslan (Sosyal Bilimler Dergisi 2006 Sayı 15)
Kız Kulesi’ndeki Kızılderili – Sunay Akın